İsviçre nüfusunun yüzde 10'u nükleer santrallerin çevresinde yaşıyor

TAKİP ET

Türkiye'nin ilk nükleer santrali olan Akuyu'yu inşa eden Rosatom, nükleerle ilgili merak edilen sorulara açıklık getirdi... Ayrıntılar, haberin içinde...

Hacettepe Üniversitesi Araştırma Görevlisi Dr.Türkmen'den nükleerdeki şehir efsanelerine cevaplar:

- Dünya nükleerden vazgeçmiyor aksine büyük atılım için gün sayıyor

- Nükleer en çevreci enerji türüdür

- İsviçre nüfusunun yüzde 10’u nükleer santrallerin çevresinde yaşıyor


HABERİN AYRINTILARI...
 

Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü’nden Araştırma Görevlisi Dr. Mehmet Türkmen’e nükleerle ilgili şehir efsanelerini, insanların kafasındaki soru işaretlerini sorduk. “Bir nükleer santralin yakınında yaşamak, denize girmek, santral civarında yetişen tarım ürünlerini tüketmek ve turizm faaliyetlerinde bulunmak canlılar için bir tehdit oluşturmaz" diyen Türkmen, "Örneğin İsviçre nüfusunun yüzde 1’i bir santralden 5 km’lik bir mesafede, yüzde 10’u ise 15 km’lik bir mesafede yaşıyor” dedi.

10 yılda nükleer santral projelerinde ciddi artış bekleniyor

İddia edilenin aksine dünyanın nükleer enerjiden vazgeçmediğini vurgulayan Türkmen, “Önümüzdeki 10 sene içinde nükleer santral projelerinde ciddi artış olması beklenmektedir. Dünya vazgeçmiyor aksine daha büyük bir atılım için gün sayıyor” ifadelerini kullandı. Nükleer santrallere karşı çıkanların Çernobil ve Fukuşima kazalarını örnek verdiğine dikkat çeken Türkmen, "Artık Çernobil benzeri bir kazanın olması yeni nesil güvenlik sistemleri ile mümkün değildir. Fukuşima ise tam olarak bir ‘tasarım ötesi’ bir kazadır. Bu kazayı takiben nükleer sektör, tasarım ötesi kazaların önlenmesine yönelik de yeni tasarımlar ve teknolojiler geliştirmektedir. Yeni nesil güvenlik teknolojileriyle nükleer santrallerde 10 binde 1’den 10 milyonda 1’e düşmüştür. Gelişen teknoloji ile bu olasılık her geçen gün daha da azalmaktadır" dedi.

Dr. Mehmet Türkmen’e “nükleerdeki şehir efsaneleri”ni sorduk o da cevapladı:

 


 

NÜKLEER ENERJİ RADYASYONLU DEĞİL

Soru: Nükleer enerji santrallerinden elde edilen elektrik radyasyonlu mu?


Nükleer enerji santrallerini diğer termik santrallerinden ayıran tek fark, ısı üretmek için nükleer yakıtlardan yararlanılmasıdır. Nükleer yakıtlardan elde edilen ısı enerjisi, reaktör korundan bir buhar üreteci ile türbin tarafına aktarılır. Türbinler sayesinde ısı enerjisi elektrik enerjisine yani elektrik akımına dönüşür. Türbinlerden elektrik üretme mantığı, fosil yakıt kullanan santraller ile birebir aynıdır. Dolayısıyla, nükleer santrallerden üretilen elektriği diğer santrallerden üretilen elektrikten ayırmak mümkün değildir.
 

KENT MERKEZİNDE NÜKLEER SANTRALDEN DAHA ÇOK RADYASYON VAR

Soru: Bir nükleer santralin yakınında denize girilmez mi, yetişen tarım ürünleri radyasyonlu mudur?


Her ne kadar nükleer güç santrali normal işletme koşulları için ulusal ve uluslararası kabul edilen izin verilebilir radyasyon dozu yıllık 1 mSv ile sınırlandırılmış olsa da yapılan ölçümlerde santral civarında yaşayan bir insanın yılda ortalama 0,0001 mSv etkin doza maruz kaldığı belirlenmiştir. Nükleer yakıt çevrimlerinin tamamı dahil edildiğinde bu değer 0,002 mSv’e kadar çıkabilmektedir. Yani doğal radyasyon seviyesinin 1000’de 1’i. Dolayısıyla, bir nükleer santralin yakınında yaşamak, denize girmek, santral civarında yetişen tarım ürünlerini tüketmek ve turizm faaliyetlerinde bulunmak canlılar için bir tehdit oluşturmaz. Bir örnekle açıklayacak olursak, İsviçre nüfusunun %1’i bir santralden 5 km’lik bir mesafede, %10’u ise 15 km’lik bir mesafede yaşar. Burada yaşayan yetişkinler ve doğan çocuklar üzerine yapılan araştırmalarda, nükleer santral civarında yaşamanın kanser vakalarında bir artışa neden olmadığı görülmüştür. Küçük bir not, kent merkezinde yaşayan bir insan nükleer santral yakınında yaşayan bir insandan çok daha fazla radyasyona maruz kalır.
 

ÇEŞİTLENDİRİLMİŞ ENERJİ, ENERJİ GÜVENLİĞİ İÇİN GEREKLİ

Soru: Sadece yenilenebilir enerji ile enerji sorunumuzu tamamen çözebilir miyiz?


Ülkeler, enerji arz güvenliğini sağlamak için halkının 7/24 enerji ihtiyacına cevap verebilecek güvenilir sürdürülebilir çeşitlendirilmiş enerji kaynaklarına ihtiyaç duyar. Ayrıca, her ülke elektrik santrali çeşitliliğini, mevcut altyapısının durumuna, dışa bağımlılığına, enerji talebindeki artışa ve teknolojik gelişmelere göre şekillendirir. Bu bağlamda, enerji kaynak çeşitliliği baz, ara ve azami yük özelliklerine göre seçilir. Baz yük için yüksek kapasite faktörlü, ucuz elektrik maliyetli ve büyük miktarlarda sürekli sabit güç üreten santraller gerekir. Nükleer, fosil yakıt, hidroelektrik ve nispeten jeotermaller bu iş için biçilmiş kaftandır. Devreye alınıp çıkarılması kolay olmadığı için acil enerji ihtiyaçlarını veya anlık güç dalgalanmalarını karşılamakta kullanılmaz. Ayrıca, belirli zaman diliminde santralin ürettiği enerjinin o zaman diliminde üretebileceği maksimum enerjiye oranını yani kapasite faktörlerini incelemek baz yüke uygunluklarını anlamak için önemlidir. Nükleer yüzde 90, kömür yüzde 64, doğal gaz yüzde 43, hidroelektrik yüzde 40, güneş en fazla yüzde 33 ve rüzgâr en fazla yüzde 40. Düşük kapasite faktör baz yük için daha az uygun demektir. Ara ve azami yük için yakıt esnekliği olan hemen ve kolayca devreye alınabilecek santraller daha uygundur. Güçteki dalgalanmaları hızlıca ve etkili bir şekilde tolere ettikleri için doğal gaz, fosil yakıt ve hidroelektrik santralleri azami yük için daha iyi seçeneklerdir. Sürekli elektrik üretemeyen ve ürettiği güç atmosferik koşullara bağlı olan yenilenebilir enerji türlerinden biyo-yakıt, rüzgar, güneş, jeotermal ve hidroelektrik ara yük için en uygun olanlardır. Görüldüğü üzere, elektrik üretmek için sadece yenilenebilir enerji türlerini kullanmak da sadece nükleer enerjiyi kullanmak da enerji arz güvenliğine ciddi tehdittir. Çeşitlendirilmiş enerji kaynaklarını kullanan akıllı bir şebeke sistemi daha mantıklıdır.
 

VAZGEÇMEK DEĞİL AKSİNE BÜYÜK ATILIM SÖZ KONUSU

Soru: Gelişmiş ülkeler/dünya nükleer enerjiden vaz mı geçiyor?


Tasarımından kurulumuna kadar yeni bir reaktör kurmak hem maliyetli hem de zaman alıcı bir iştir. Bu nedenle, işletme sahipleri ve lisanslayıcı kuruluşlar yenisini inşa etmeden önce elindekinden mümkün olduğunca yararlanmaya çalışır. Dünya genelinde 40/60 yıllık işletme süreleri dolmuş birçok reaktörün gerekli kontrolleri yapıldıktan sonra hem santral yaşam ömrü uzatma programları ile reaktörlerin işletme süreleri uzatıldı hem de yüzde 20’ye varan oranlarda güç artırımı yapıldı. ABD, Rusya, Fransa, İspanya, İsveç, Finlandiya gibi ülkeler bu yöntemleri son zamanlarda defalarca uygulamıştır. Ayrıca, sıkı kontrollerden geçemeyen reaktörlerin ömrü uzatılmamış işletmeden çıkarılmasına karar verilmiştir. İşte bugüne kadar kapatılmasına karar verilen reaktörler tam da bu reaktörlerdir. Bugün 30 ülkede 450 nükleer güç reaktörü dünya elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 10’unu karşılamaktadır. 1996-2015 yılları arasında 75 reaktör işletmeden çıkarılmış 80 reaktör ise işletmeye alınmıştır. Akkuyu NGS’de dahil olmak üzere halihazırda dünyada 56 reaktör inşaat halindedir. Henüz inşaat aşamasında olmayan ancak 8 ila 10 içinde işletmeye alınacak planlanmış reaktör sayısı 79’dur. Enerji talebi mevcut reaktörlerden güç artırımı yoluyla karşılandığı için yeni reaktörlerin inşaatı bir süre geciktirilmiştir. Bu gecikmenin bir başka sebebi ise nükleer reaktör teknolojisindeki hızlı ilerlemedir. Yakıt sorununu tamamen ortadan kaldırmak için bugün dünya kendi yakıtını kendi üreten Nesil IV reaktör tasarımlarına yönelmektedir. Bu sayede elektrik üretim maliyetleri ciddi oranlarda azaltılacaktır. Diğer taraftan, 2040 yılı civarında mevcut reaktörlerin hemen hemen yarısı 60 yıllık işletme ömrünü dolduracaktır. 2050 yılı sonlarında ise mevcut nükleer reaktörlerin neredeyse tamamı ömürlerini tamamlamış olacaktır. Bir kısmında hem güç artırımına gidilecek hem de işletme ömrü uzatılacaktır. Sonuç olarak, kapatılanların yerine yenilerinin alınması için önümüzde hala yaklaşık 20 yıllık bir süre vardır. Sıfırdan reaktör kurulumunun en kötü ihtimalle 10 sene sürdüğü düşünülürse önümüzdeki 10 sene içinde nükleer santraller projelerinde ciddi artış olması beklenmektedir. Bunun en önemli kanıtı planlanan reaktör sayısıdır. Görüldüğü üzere, dünya nükleerden vazgeçmiyor aksine daha büyük bir atılım için gün sayıyor.
 

Dünyada inşa edilen ve planlanan nükleer santrallerin bir kısmı
 

Ülkeler

İnşaat halinde

(Şubat 2019)

Planlanan

(Mayıs 2018)

Çin

11

41

Hindistan

7

15

Güney Kore

5

 

Japonya

2

9

ABD

2

14

Türkiye

1

3

 

EN DÜŞÜK SERA GAZI SALINIMI, SIFIR TOZ, SIFIR GÜRÜLTÜ

Soru: Nükleer çevre dostu mu?

Nükleer enerji santrallerinin çevre ile olan ilişkisi birkaç şekilde ele alınır; doğaya saldığı sera gazları, nükleer tesis sahasının ayak izi (kapladığı yüzey alanı), nehre veya denize bıraktığı atık ısı, ürettiği atıkların nasıl bertaraf edildiği, gürültü kirliliği ve vahşi yaşama verdiği zararlar açısından. Doğaya saldığı sera gazları açısından diğer enerji üretim yöntemleriyle kıyaslandığında, doğrudan ve dolaylı salınımlar da dahil tüm yaşam döngüleri dikkate alındığında 1 kW.saat enerji üretmek için rüzgar ve nükleer 12 g, hidroelektrik 24 g, jeotermal 38 g, güneş 48 g, biyo-yakıt 230 g, doğalgaz 490 g ve kömür 820 g CO2 gazı üretir. Nükleer en düşük sera gazı salımına sahiptir. Saha ayak izi açısından aynı güçteki farklı elektrik santrallerinin ortalama yüzey alanı kullanımı şöyledir: 1 MWe başına nükleer, kömür ve doğal gaz yaklaşık 12 futbol sahası, güneş 45 futbol sahası, rüzgar 70 futbol sahası ve hidroelektrik 315 futbol sahası alan kullanır. Tarım arazilerinin verimli kullanılması açısından en düşük ayak izi ile nükleer bir adım öne çıkmaktadır. Ayrıca, nükleer santrallerin ayak izi düşük olduğu için ormana, bitki örtüsüne ve vahşi yaşama müdahalesi de azdır. İnşaat aşaması hariç nükleer santraller rüzgar türbinleri gibi gürültü kirliliği yapmaz. Ayrıca, kömür santralleri gibi kül ve benzeri zehirli toz kirliliğine neden olmaz. Nükleer santrallerin kaygı duyulan en önemli çevresel etkisi nükleer atıklar ile ilgilidir. Nükleer atıklar, nükleer santral sahası içinde veya dışında özel olarak ayrılmış alanlarda 24 saat izlenerek kontrol altında tutulur. Dolayısıyla nükleer enerji en düşük sera gazı salınımı, en düşük tarım alanı kullanımı, sıfır gürültü ve sıfır toz kirliliği, vahşi yaşama en alt seviye müdahalesi ile çevre dostudur.

SOĞUTMA BACALARINDAN SADECE SU BUHARI ÇIKAR

Soru: Soğutma bacalarından radyasyon yayılıyor mu?
Nükleer reaktörler, türbin tarafındaki soğutucu akışkanı soğutmak için nehir, göl veya deniz gibi düşük sıcaklıkta bir su kaynağına ihtiyaç duyar. Bunların yeterli olmadığı durumlarda, soğutma bacalarından yararlanılır. Çalışma prensibi oldukça basittir. Soğutma bacasının zemininde bir soğuk su havuzu vardır. Ayrıca, baca içerisinde hava akışının sağlanması için baca zemininde birkaç metre yüksekliğinde hava açıklığı bulunur. Türbinden gelen sıcak akışkan, ince borular ile bu havuzun içinden geçerken kendisi soğur, havuz suyunu ise ısıtır. Açıklıktan giren serin hava havuzdan buharlaşan sıcak su buharı ile karışarak, “ısınan hava yükselir” prensibince bacadan yukarı doğru hareket eder. Bacadan çıkan hava-buhar karışımı ile açık hava arasındaki yoğunluk farkı, bulut görüntüsüne neden olur. Normal koşullarda türbin tarafındaki akışkanın, soğuk su havuzu ile doğrudan teması söz konusu değildir. Bu yüzden, bacadan çıkan su buharı hiçbir şekilde radyoaktivite içermez; soğutma bacalarından çıkan sadece su buharıdır.

YENİ NESİL GÜVENLİK TEKNOLOJİLERİ GELİŞTİRİLDİ

Soru: Çernobil ve Fukuşima gibi kazalar yeni güvenlik sistemlerinde de olur mu?
Çernobil kazasının gerçekleştiği dönemde nükleer reaktör tasarımları reaktör kabı dışında çevreye radyasyon sızıntılarını önleyecek ‘koruma kabı’ gibi ek güvenlik önlemlerine sahip değildi. Kazanın ardından yeni reaktör tasarımlarında aktif ve pasif yeni güvenlik önlemlerinin alınması gerektiği anlaşıldı. Bu amaçla, koruma kabı tasarımı, kendinden güvenli yakıt türleri, soğutma pompaları olmadan doğal dolaşımlı soğutma sistemleri gibi gelişmiş güvenlik sistemleri reaktör tasarımlarına eklendi. Alınan önlemlerinin tamamı sadece Çernobil tipi bir kazanın önlenmesine yönelik olmayıp tasarım tabanlı bütün kazaların çevreye etkisini en aza indirmeyi amaçlar. Bu nedenle, Çernobil benzeri bir kazanın olması yeni nesil güvenlik sistemleri ile pek mümkün değildir. Alınan güvenlik önlemleri ile bugün benzer bir kazanın olma olasılığı, 10 binde 1’den 10 milyonda 1’e düşmüştür. Gelişen teknoloji ile bu olasılık her geçen gün daha da azalmaktadır.

TASARIMLAR DA GÖZDEN GEÇİRİLDİ

Diğer taraftan, Fukuşima’da Çernobil’den çok farklı bir durum söz konusudur. Fukuşima tam olarak bir ‘tasarım ötesi’ kazasıdır. Bu reaktörler, bölgedeki depremlerin tarihsel gelişimine ve bölgenin jeolojik yapısına göre yaklaşık 10 m yüksekliğinde tsunami dalgası üreten en yüksek 8-9 şiddetinde bir depreme göre tasarlanmıştır. Ancak, reaktörler, beklenenin çok ötesinde 14-15 m yüksekliğinde tsunami dalgası üreten 9.1 şiddetinde depreme maruz kalmıştır. Yani, reaktör kendi döneminde bütün olası kaza senaryoları göz önünde tutularak tasarlanmış olmasına rağmen tasarım sürecinde öngörülmeyen bir olay ile karşılaşmıştır. Bu kazayı takiben nükleer sektör, tasarım ötesi kazaların da önlenmesine yönelik tasarımlarını yeniden gözden geçirmeye başlamıştır. Örneğin, beklenenden daha yüksek bir tsunami dalgası için dizel jeneratörler dalgaların hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir yüksekliğe konumlandırılmıştır. Benzer biçimde ülkemize kurulan Rus tipi Nesil 3 + VVER 1200 Akkuyu NGS’de de tasarım tabanlı kazaların önlenmesi için çok yönlü ve karmaşık aktif ve pasif güvenlik sistemlerini içeren derinlemesine güvenlik anlayışı kullanılmıştır. Yine, VVER 1200’de tasarım ötesi kazaların önüne geçebilmek için reaktör tasarımı, Akkuyu bölgesinde bugüne kadar gerçekleşmiş deprem, tsunami, kasırga gibi çeşitli doğal afetler göz önüne alınarak gelişmiş güvenlik teknolojileri ile donatılmıştır. Ayrıca, olması pek muhtemel görünmese bile reaktöre bir terörist saldırısı sonrası uçak çarpması, patlama gibi tehditlere karşı gerekli önlemler alınmıştır."

Enerji Ekonomisi


 


 

nükleer santral vantellos